Av. Burak Diyarbakırlıoğlu
Köşe Yazarı
Av. Burak Diyarbakırlıoğlu
 

HAİNLİĞE ÖVGÜ

Erasmus Deliliğe Övgü düzer de ben Hainliğe Övgü düzemez miyim? Eyyy Erasmus! Şimdi seninle kapışma vakti. Hainliğin her zaman kötü, dostluğun ise her zaman iyi olduğuna inanmıyorum. Dünyada mutlak iyi ve mutlak kötü olmadığına göre, dostluk ve dostlar mutlak iyi; hainlik ve hainlerse mutlak kötü değildir. Öyle zamanlar olur ki çevrenizdeki hainin ve dostun kim olduğunu bilemezsiniz. Kavramlar birbirine karışır. Bozulması gereken dostluklar ve devrilmesi gereken düzenler için bir hainin devrimci tokadı gerekebilir. Öyle zaman gelir ki hain dost, dost ise hain olabilir. Mesela dostlarınız, dostça hiçbir yanlışınızı söylemezken, bir hainin hainliği size birçok gerçeği gösterebilir. Hem de yüzünüze tokat gibi çarparak. Yanınızdakiler her şeyin iyi olduğunu söylerken, bir hainlik sayesinde her şeyin iyi gitmediğini anlayabilirsiniz. Bazen ise kimse size ihanet edemez. Mesela korkabilirler ya da çıkarlarını bozmak istemeyebilirler. Ama bu geçicidir. Baba filminin 3. serisinin sonunda, fedainin kurbanının kulağına eğilerek ilettiği mesajda olduğu gibi: “Güç kimsenin üzerinde durmaz. Akar!” sözü, güçle çevrede biriken dostluk konusunda önemli bir uyarıdır. Güçlüysen dostluk sahteleşebilir. Hainlik ise muhteşem doğruluğuyla karşında durur. Ne dostça hainliktir o! Ama güç, uyuşturucu gibi insanı müptela eder. Yine de üstünde bir süre durması ve sonra akması pahasına talip olunur. Küçük güçler bile insanı kendine bağımlı hâle getirir ve insan, küçücük etki alanlarında dahi gücün tamamını kimseyle paylaşmak istemez. Mesela bir hizip içerisinde ana güç odağına yapılan güç eleştirisi, eleştirildiği şekliyle kendi bünyesinde de yaşanıyor olabilir. Çevrenizde yanlış giden şeyleri size söyleyemeyen veya söylemeyen dostlarınızın olması ve bunların size ihanet edememeleri, sizi bir yok oluşa götürebilir. Böyle bir durumda ya dostlarınız tarafından uyarılmalı ya da ihanete uğramalısınız. İşte dostluk ve hainlik… Yan yana, sizden türemiş iki masum evlat olarak karşınızda duruyor. Eğer çevrede ters giden şeyleri biliyor ve doğruyu yapmamakta ısrar ediyorsanız, siz elinizde onca güçle çevreye dost musunuz? Yoksa kendinize ve dostlarınıza hain misiniz? Ya da yanlışlarınıza susanlar yüzünden, yanlışları düzeltmek yerine, gücün sessizleştirdiği insanlar üzerindeki tahakkümünüzün zevkini çıkarmayı mı tercih ediyorsunuz? O hâlde gücün şekillendirdiği sessiz dost siz olabilir misiniz? Tam bu noktada, Julius Sezar’ın suikasta uğradığı sırada evlatlığı Brutus’a söylediği rivayet edilen “Sen de mi Brutus?” cümlesi böyle bir ruh hâliyle söylenmiş olabilir. Sezar, kendisini bıçaklayana hakaret ve beddua etmiyor. İlginç bir şekilde soru soruyor ve son anda dahi anlamaya çalışıyor. Kendi çıkardığım sonuç şudur: Julius Sezar, çevresindeki ve yönetimindeki tüm rahatsızlıkları bildiği hâlde çevresi ve insanlar üzerinde kurduğu tahakkümün zevkini yaşamıştır. Elbette böyle bir durumda, çevresinde ihanetten mahrum kalmış bir lider, doğası gereği beklenmedik bir yerden ihanete uğrar. Sezar’a yönelik “hain” suikast başarısız olsa ne olurdu peki? Büyük ihtimalle Sezar, oğlu Brutus’u herkesin gözü önünde parçalatır ve daha sessiz bir kalabalık üzerinde gücünün keyfini çıkarmaya, doğrulardan uzaklaşmaya devam ederdi. Ta ki başka bir hain çıkıp kendisine hainlik edene kadar. Bu ihtimalde yanlışları düzeltme tercihini yapsaydı neler olabilirdi? Buna kafa yormak gerek. Ama hainlere bir borç olarak kaleme aldığım bu yazıda bu ihtimalin yeri yok. Kısacası hainler bazen dostlardan daha dürüst şeyler söyleyebilirler. Yalın bir hainlik övücülüğü değil ama öyle koşullar olur ki hainlik belki büyük bir dostluk, dostluk ise hainlik olabilir. Son zamanlarda, milletvekillerinin parti geçişleri sebebiyle ihanete uğradığını düşünen seçmene ve siyasi partilere bu “hain” dostlarımız neler söylüyor? Hiç düşündük mü? Parlamenter sistemin “çok partili” döneminde neredeyse normalleştirdiğimiz bu geçişler, başkanlık sisteminin iki “ana partili” ama “bol yavru partili” yapısında daha fazla tartışılır hâle geldi. Özetle hainlerimiz, Siyasi Partiler Kanunu’na, seçim sistemine ve parlamentonun etkinliğine ilişkin; taraftarı olduğumuz sessiz vekillerin söylemedikleri bir rahatsızlığı dile getiriyor. Sistem tartışmaları rafa kalkmışken, bu yazının öznesi ve bu satıra kadar övmekten kıvanç duyduğum “hain vekiller”, sistemdeki açıkları kapatın diye adeta seçmene haykırıyor. Dost vekiller ve dostlar ise vekil üzerinde seçmen oyuyla kurulmuş bir mülkiyet olduğunu sanki susarak kabul ediyorlar. Hainler burada yine dostlardan daha gerçekçi bir şey söylüyor ve bir problemi haykırıyor. Hainlikleriyle dostluk eden hainlere selam olsun!
Ekleme Tarihi: 26 Şubat 2025 - Çarşamba

HAİNLİĞE ÖVGÜ

Erasmus Deliliğe Övgü düzer de ben Hainliğe Övgü düzemez miyim? Eyyy Erasmus! Şimdi seninle kapışma vakti.

Hainliğin her zaman kötü, dostluğun ise her zaman iyi olduğuna inanmıyorum. Dünyada mutlak iyi ve mutlak kötü olmadığına göre, dostluk ve dostlar mutlak iyi; hainlik ve hainlerse mutlak kötü değildir.

Öyle zamanlar olur ki çevrenizdeki hainin ve dostun kim olduğunu bilemezsiniz. Kavramlar birbirine karışır. Bozulması gereken dostluklar ve devrilmesi gereken düzenler için bir hainin devrimci tokadı gerekebilir.

Öyle zaman gelir ki hain dost, dost ise hain olabilir.

Mesela dostlarınız, dostça hiçbir yanlışınızı söylemezken, bir hainin hainliği size birçok gerçeği gösterebilir. Hem de yüzünüze tokat gibi çarparak.

Yanınızdakiler her şeyin iyi olduğunu söylerken, bir hainlik sayesinde her şeyin iyi gitmediğini anlayabilirsiniz.

Bazen ise kimse size ihanet edemez. Mesela korkabilirler ya da çıkarlarını bozmak istemeyebilirler. Ama bu geçicidir. Baba filminin 3. serisinin sonunda, fedainin kurbanının kulağına eğilerek ilettiği mesajda olduğu gibi: “Güç kimsenin üzerinde durmaz. Akar!” sözü, güçle çevrede biriken dostluk konusunda önemli bir uyarıdır.

Güçlüysen dostluk sahteleşebilir. Hainlik ise muhteşem doğruluğuyla karşında durur. Ne dostça hainliktir o!

Ama güç, uyuşturucu gibi insanı müptela eder. Yine de üstünde bir süre durması ve sonra akması pahasına talip olunur. Küçük güçler bile insanı kendine bağımlı hâle getirir ve insan, küçücük etki alanlarında dahi gücün tamamını kimseyle paylaşmak istemez. Mesela bir hizip içerisinde ana güç odağına yapılan güç eleştirisi, eleştirildiği şekliyle kendi bünyesinde de yaşanıyor olabilir.

Çevrenizde yanlış giden şeyleri size söyleyemeyen veya söylemeyen dostlarınızın olması ve bunların size ihanet edememeleri, sizi bir yok oluşa götürebilir. Böyle bir durumda ya dostlarınız tarafından uyarılmalı ya da ihanete uğramalısınız. İşte dostluk ve hainlik… Yan yana, sizden türemiş iki masum evlat olarak karşınızda duruyor.

Eğer çevrede ters giden şeyleri biliyor ve doğruyu yapmamakta ısrar ediyorsanız, siz elinizde onca güçle çevreye dost musunuz? Yoksa kendinize ve dostlarınıza hain misiniz? Ya da yanlışlarınıza susanlar yüzünden, yanlışları düzeltmek yerine, gücün sessizleştirdiği insanlar üzerindeki tahakkümünüzün zevkini çıkarmayı mı tercih ediyorsunuz? O hâlde gücün şekillendirdiği sessiz dost siz olabilir misiniz?

Tam bu noktada, Julius Sezar’ın suikasta uğradığı sırada evlatlığı Brutus’a söylediği rivayet edilen “Sen de mi Brutus?” cümlesi böyle bir ruh hâliyle söylenmiş olabilir. Sezar, kendisini bıçaklayana hakaret ve beddua etmiyor. İlginç bir şekilde soru soruyor ve son anda dahi anlamaya çalışıyor.

Kendi çıkardığım sonuç şudur: Julius Sezar, çevresindeki ve yönetimindeki tüm rahatsızlıkları bildiği hâlde çevresi ve insanlar üzerinde kurduğu tahakkümün zevkini yaşamıştır.

Elbette böyle bir durumda, çevresinde ihanetten mahrum kalmış bir lider, doğası gereği beklenmedik bir yerden ihanete uğrar.

Sezar’a yönelik “hain” suikast başarısız olsa ne olurdu peki? Büyük ihtimalle Sezar, oğlu Brutus’u herkesin gözü önünde parçalatır ve daha sessiz bir kalabalık üzerinde gücünün keyfini çıkarmaya, doğrulardan uzaklaşmaya devam ederdi. Ta ki başka bir hain çıkıp kendisine hainlik edene kadar.

Bu ihtimalde yanlışları düzeltme tercihini yapsaydı neler olabilirdi? Buna kafa yormak gerek. Ama hainlere bir borç olarak kaleme aldığım bu yazıda bu ihtimalin yeri yok.

Kısacası hainler bazen dostlardan daha dürüst şeyler söyleyebilirler. Yalın bir hainlik övücülüğü değil ama öyle koşullar olur ki hainlik belki büyük bir dostluk, dostluk ise hainlik olabilir.

Son zamanlarda, milletvekillerinin parti geçişleri sebebiyle ihanete uğradığını düşünen seçmene ve siyasi partilere bu “hain” dostlarımız neler söylüyor? Hiç düşündük mü?

Parlamenter sistemin “çok partili” döneminde neredeyse normalleştirdiğimiz bu geçişler, başkanlık sisteminin iki “ana partili” ama “bol yavru partili” yapısında daha fazla tartışılır hâle geldi.

Özetle hainlerimiz, Siyasi Partiler Kanunu’na, seçim sistemine ve parlamentonun etkinliğine ilişkin; taraftarı olduğumuz sessiz vekillerin söylemedikleri bir rahatsızlığı dile getiriyor.

Sistem tartışmaları rafa kalkmışken, bu yazının öznesi ve bu satıra kadar övmekten kıvanç duyduğum “hain vekiller”, sistemdeki açıkları kapatın diye adeta seçmene haykırıyor.

Dost vekiller ve dostlar ise vekil üzerinde seçmen oyuyla kurulmuş bir mülkiyet olduğunu sanki susarak kabul ediyorlar.

Hainler burada yine dostlardan daha gerçekçi bir şey söylüyor ve bir problemi haykırıyor.

Hainlikleriyle dostluk eden hainlere selam olsun!

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sariyersoz.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.