Av. Burak Diyarbakırlıoğlu
Köşe Yazarı
Av. Burak Diyarbakırlıoğlu
 

28 Şubat’tan Belfast’a: Topluluklardan Topluma

Toplumların içine doğulur ve kuralları, küçüklükten itibaren her bireye kabul ettirilir. Bu kabullerin değiştirilmesi zaman alır; hiç de kolay değildir. Toplumdan ayrılmak mümkündür ama zordur. Topluluklar ise sonradan oluşur ve kurallarını kendileri belirler. Beğenmedikleri zaman bu kurallar değiştirilebilir veya birey, bu kurallara uymadığı durumda topluluktan ayrılabilir. Toplumlar, kavramlar hususunda birlik sağlamışlardır. Mesela adalet kavramı konusunda, hem tüm toplum asgari düzeyde uzlaşmıştır hem de bu uzlaşıya uygun bir ortam şekillenmiştir. Tabii her toplum uzlaşma toplumu olmak zorunda değildir. Mesela nefret temelli bir toplum da kurulabilir. Birbirinden nefret eden topluluklar, gücü ellerine geçirdiklerinde her türlü adaletsizliği birbirlerine reva görebilirler. Hatta birbirlerinin sınırlarına girmeyi önlemeye çalışabilir, mahalleleri kesin biçimde madden ve manen ayırabilirler. Belfast, tam da böyle bir yapıyla toplum haline gelmiştir. Bunun yanına Lübnan ve Suriye’nin yıllar süren durumu sayılabilir. Mezhep kavgaları bir türlü bitirilememiş, çatışmalar ancak kale gibi mahallerin inşa edilmesiyle mümkün olabilmiştir. Hala protestanlar ve katolikler birbirinin mahallesine giremez ve mahalleler birbirlerinden korunur haldedir. Birbirlerine karşı bu kadar nefretle dolu olan bu topluluklar, başka topluluklarla ise son derece samimi ilişkiler kurabilir. Mesela bir müslümanla çok daha  iyi ilişkiler kurabilirler. Türkiye, yeni bir toplum inşasına doğru gidiyor. Bu artık zaruri. Bugün tartıştığımız adaletsizlik olarak adlandırdığımız kaba ve sert davranışların tamamı, birbirinden korkan, tarihsel öfkeleri olan toplulukların aynı ülkede yaşıyor olmasından kaynaklanıyor. Bu toplulukların birlikte bir toplum olmaya direnen yapıları sebebiyle bu krizleri yaşıyoruz. Ama değişim zamanı artık geldi. Buradan giderek radikalleşen ve birbirine daha fazla öfkeli, daha korkak ve belki de daha nefretle bakan bir toplum da inşa edebiliriz. Ya da geçmiş meselelerini halletmiş — mesela 28 Şubat’ı unutmuş, tarihle barışmış veya olduğu gibi kabul etmiş — etnik kökenlere ve mezheplere saygı duyan, tek bir millet olmayı benimsemiş bir toplum da olabiliriz. Mahkemelerin adil karar vermediği, adaleti sağlayamadığı gibi tartışmalarının sürdüğü bu günlerde, toplum olarak kendimizden olmayana karşı ne kadar adiliz? Kendimize benzemeyenin en asgari ve temel haklarına, kimliğine ne kadar saygı duyuyoruz? Volkan Konak’ın vefatıyla birlikte, nefret dolu bir müftünün söyledikleri bu çerçevede çokça tartışıldı. Benzer sözler, muhafazakâr bir sanatçının vefatında karşı taraftan da söylenebilirdi. Çünkü oluşturduğumuz toplum, asgari mağduriyet ve asgari nefret toplumu ne yazık ki! Birbirine karşı adil olmayı konuşmayan toplulukların oluşturduğu toplumlarda, adaletin mahkemede sağlanması beklenir. Oysa mahkeme, ancak müşterek bir adalet anlayışında uzlaşmış bir toplumun bozulan düzenini tekrar tesis edebilir. Ancak bu uzlaşmaların olmadığı toplumlarda, mahkemeler her defasında bu adaletsizliği tesciller ve ilan eder. En fazla yapabilecekleri şey, daha az adaletsiz kararlar vermeye çalışmak olabilir. Özetle, yargı bağımsızlığı ve adaletin tartışıldığı bu günlerde, mahkemeleri suçlamak yerine, toplumu kuşatacak bir adalet anlayışını hâkim kılmanın yollarını aramalıyız. Çünkü adalet, “süper insanlar” tarafından tepeden inme bir şekilde tesis edilen bir kavram değildir; sıradan insanların birbirlerine bakışı ve anlayışıyla inşa edilebilen bir değerdir. Bunu ne iktidar tek başına sağlayabilir ne de muhalefetle birlikte. Belki sadece önayak olabilirler. Bu vesileyle Volkan Konak’ın sevenlerine ve ailesine başsağlığı diliyorum.
Ekleme Tarihi: 10 Nisan 2025 - Perşembe

28 Şubat’tan Belfast’a: Topluluklardan Topluma

Toplumların içine doğulur ve kuralları, küçüklükten itibaren her bireye kabul ettirilir. Bu kabullerin değiştirilmesi zaman alır; hiç de kolay değildir. Toplumdan ayrılmak mümkündür ama zordur.

Topluluklar ise sonradan oluşur ve kurallarını kendileri belirler. Beğenmedikleri zaman bu kurallar değiştirilebilir veya birey, bu kurallara uymadığı durumda topluluktan ayrılabilir.

Toplumlar, kavramlar hususunda birlik sağlamışlardır. Mesela adalet kavramı konusunda, hem tüm toplum asgari düzeyde uzlaşmıştır hem de bu uzlaşıya uygun bir ortam şekillenmiştir.

Tabii her toplum uzlaşma toplumu olmak zorunda değildir. Mesela nefret temelli bir toplum da kurulabilir. Birbirinden nefret eden topluluklar, gücü ellerine geçirdiklerinde her türlü adaletsizliği birbirlerine reva görebilirler.

Hatta birbirlerinin sınırlarına girmeyi önlemeye çalışabilir, mahalleleri kesin biçimde madden ve manen ayırabilirler. Belfast, tam da böyle bir yapıyla toplum haline gelmiştir. Bunun yanına Lübnan ve Suriye’nin yıllar süren durumu sayılabilir.

Mezhep kavgaları bir türlü bitirilememiş, çatışmalar ancak kale gibi mahallerin inşa edilmesiyle mümkün olabilmiştir. Hala protestanlar ve katolikler birbirinin mahallesine giremez ve mahalleler birbirlerinden korunur haldedir.

Birbirlerine karşı bu kadar nefretle dolu olan bu topluluklar, başka topluluklarla ise son derece samimi ilişkiler kurabilir. Mesela bir müslümanla çok daha  iyi ilişkiler kurabilirler.

Türkiye, yeni bir toplum inşasına doğru gidiyor. Bu artık zaruri. Bugün tartıştığımız adaletsizlik olarak adlandırdığımız kaba ve sert davranışların tamamı, birbirinden korkan, tarihsel öfkeleri olan toplulukların aynı ülkede yaşıyor olmasından kaynaklanıyor. Bu toplulukların birlikte bir toplum olmaya direnen yapıları sebebiyle bu krizleri yaşıyoruz.

Ama değişim zamanı artık geldi. Buradan giderek radikalleşen ve birbirine daha fazla öfkeli, daha korkak ve belki de daha nefretle bakan bir toplum da inşa edebiliriz. Ya da geçmiş meselelerini halletmiş — mesela 28 Şubat’ı unutmuş, tarihle barışmış veya olduğu gibi kabul etmiş — etnik kökenlere ve mezheplere saygı duyan, tek bir millet olmayı benimsemiş bir toplum da olabiliriz.

Mahkemelerin adil karar vermediği, adaleti sağlayamadığı gibi tartışmalarının sürdüğü bu günlerde, toplum olarak kendimizden olmayana karşı ne kadar adiliz? Kendimize benzemeyenin en asgari ve temel haklarına, kimliğine ne kadar saygı duyuyoruz?

Volkan Konak’ın vefatıyla birlikte, nefret dolu bir müftünün söyledikleri bu çerçevede çokça tartışıldı. Benzer sözler, muhafazakâr bir sanatçının vefatında karşı taraftan da söylenebilirdi. Çünkü oluşturduğumuz toplum, asgari mağduriyet ve asgari nefret toplumu ne yazık ki!

Birbirine karşı adil olmayı konuşmayan toplulukların oluşturduğu toplumlarda, adaletin mahkemede sağlanması beklenir. Oysa mahkeme, ancak müşterek bir adalet anlayışında uzlaşmış bir toplumun bozulan düzenini tekrar tesis edebilir.

Ancak bu uzlaşmaların olmadığı toplumlarda, mahkemeler her defasında bu adaletsizliği tesciller ve ilan eder. En fazla yapabilecekleri şey, daha az adaletsiz kararlar vermeye çalışmak olabilir.

Özetle, yargı bağımsızlığı ve adaletin tartışıldığı bu günlerde, mahkemeleri suçlamak yerine, toplumu kuşatacak bir adalet anlayışını hâkim kılmanın yollarını aramalıyız. Çünkü adalet, “süper insanlar” tarafından tepeden inme bir şekilde tesis edilen bir kavram değildir; sıradan insanların birbirlerine bakışı ve anlayışıyla inşa edilebilen bir değerdir. Bunu ne iktidar tek başına sağlayabilir ne de muhalefetle birlikte. Belki sadece önayak olabilirler.

Bu vesileyle Volkan Konak’ın sevenlerine ve ailesine başsağlığı diliyorum.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve sariyersoz.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.