15 Temmuz hain darbe girişiminin üzerinden tam 8 yıl geçti. Milletimizin demokrasiye inancı, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın kararlılığı, kahramanlarımızın sarsılmaz inancıyla kazanılan bu zafer, eli kanlı terör örgütünün 40 yıldır ilmek ilmek işlediği hain planın da sonu oldu. 251 vatan evladı, vatanını ve demokrasiyi savunmak ve Türkiye'nin illegal örgütler tarafından yönetilen bir devlet olmasının önüne geçmek için şehit oldu. 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik bayramımızda, aziz şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum.
15 Temmuz 2016 gecesi milletin inanç ve kararlılığının çıkış noktası; 1921 Anayasası'nda da açıkça ifade edilen, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" ibaresiydi. Bu söz siyasal düzen ve sistem içerisinde son kararın kimde olduğu sorusunun da en net cevabıydı.
2016 yılına gelindiğinde, milletin, milli ve dini duygularını sömüren, bu duyguları fütursuzca kullanan Pensilvanya hainleri, devletin kılcal damarlarına kadar girebilmiş; kamuda, yargıda, eğitimde, sağlıkta sistemli bir kadrolaşmaya sahip olmuş ve hatta ordumuzun en üst rütbelerine kadar sızmıştı. 17-25 Aralık kumpaslarında gerçek yüzü ortaya çıkan ve akabinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın milli bir bilinçle tam bir mücaleye girdiği bu hain örgüt, özellikle kendilerini en güçlü gördükleri yerden, ordudan, tasfiye edilişleriyle köşeye sıkışmıştı. Örgütün hain plan ve kumpaslarının özellikle yargıdaki yapılanmalarına rağmen birer birer çökmesi 40 yıllık bu hain planın sonuna yaklaşıldığının da habercisiydi.
2016'nın 15 Temmuz'unda devlet üstüne devlet kurmak isteyen bu FETÖ'cü hainler tüm birimlerini harekete geçirmiş, hain planlarını yürürlüğe sokup devleti ele geçirmek ve Türkiye'yi dış mihrakların kuklası yapmak için kendi milletinin üzerine tanklar sürmüş, devletin askeri gücüyle devletin meclisini bombalamış, kadın-erkek, genç-yaşlı ayırt etmeksizin öldürmeye kalkışmıştı. Ancak kararın kimde olduğunu yine millet söyleyecekti: Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir!
Geride bıraktığımız 8 yılda eli kanlı bu hain örgüt ile net bir kararlılıkla mücadele edildimi sorusu akıllara gelecektir elbet. Örgütün etkin olduğu ve kadrolaştığı her alan didik didik incelendi ve bu örgütün üyesi olan herkes örgütten arındırılmış yargı önünde hesap verdi, vermeye de devam ediyor. FETÖ ile mücadelede eksik veya yetersiz kalınan bir alan var mıydı? Vardı Elbet...
Bugün kulağınızı sokağa çevirdiğinizde, yani vatandaşı dinlediğinizde bu mücadelenin eksik kalan belki de en büyük parçası FETÖ'nün siyasi ayağının ortaya çıkarılmasıdır. Vatandaş FETÖ'yle etkin mücadelede hesap verenin sadece siyaset dışı aktörler olmasından da rahatsız. Bu kahramanlık destanının gerçek aktörleri olan vatandaşın sesine kulak vermek, her siyasinin boynunun borcudur.
FETÖ aslında dini bir yapılanma adı altında örgütlenmeye başlamış, kemik kadroları büyüyünce de açıkça devlet kurumlarında kadrolaşmıştı. Kuşkusuz ki hiçbir güç devletin içine, kadrolarına, arkasına siyasi bir gücü almadan sızamaz. Bu 'hayatın olağan akışına aykırı'dır. Dolayısıyla bugün, FETÖ'nün tüm unsurlarıyla birlikte bertaraf edilmesinde kararlı bir duruş sergileyen Cumhurbaşkanımız Erdoğan da 'yasalar önünde herkes eşittir' ilkesiyle FETÖ'nün siyasi ayağının da açığa çıkarılması için gereken özveriyi göstermelidir.
2016'dan bu yana geçen 8 yıl içerisinde iktidarın ders aldığını söylemek biraz düşündürücü. FETÖ'nün başlangıçta bir cemaat olarak ortaya çıkması, insanları kandırma konusunda başarılı olmasının önünü açmıştı. Bugün baktığımızda yine sayısız cemaat, iktidar ve siyaset ile yakın ilişkiler güdmeye çalışıyor. Burada önemli olan iktidarın yoğurdu üfleyerek yiyip yememesi... 31 Mart seçimlerinde tarikat-cemaatlerin devletin en üst birimleriyle, cumhurbaşkanı ile sırf oy için ziyaret edilmesi ve anayasal olarak aslında varolmayan bu yapıların meşrulaştırılması onlara güç veriyor. Yarın öbür gün onlara verilen bu güç karşımıza ne olarak çıkacak şimdiden kestirmek zor olmasa gerek.
Aslında cemaatlerin toplumun ve siyasetin bu kadar içerisinde olduğunu, toplumun mirasından kodlanmış bir olgu olduğunu görürsek, bugün siyasetçilerin de cemaatlerle poz vermelerini, onların varlığını kabul etmelerini ve karşı koyamamalarını da anlamlandırmış oluruz. Çünkü bu yapılar büyük bir kesime hitap ederken aynı zmaanda bu kitleleri de ellerinde tutuyor. Cemaatler içerisindeki cemaate ve lidere sadakat ilkesi günümüz siyasetçilerinin cemaatlere karşı koyamamasının en önemli sebeplerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu kitleler dini yayma adı altında örgütlenmiş olsa da aslında büyük bir oy potansiyeline de sahipler. Bu sebeple siyasetçilerin oy kaygısı güdmeden bu tarz oluşumları yok saymaları onların siyasi istikballeri için ne kadar doğru olur tartışma konusu. Çünkü büyük bir oy potansiyeli var ve hiçbir siyasi bu potansiyeli rakbine hediye etmek istemeyecektir.