Ülkemizin denizleri, yalnızca doğal güzellikleriyle değil, aynı zamanda zengin deniz ürünleriyle de dikkat çekmektedir.
Balıkçılık, kültürümüzde yüzyıllardır var olan ve birçok insan için geçim kaynağı oluşturan önemli bir meslek dalıdır. Ancak, bu kadar önemli bir aktivitenin yanlış uygulamaları, deniz ekosistemleri üzerinde ciddi olumsuz etkiler yaratabilmektedir.
Uzmanlar, balıkçılığın sürdürülebilir bir şekilde yapılmasının hem ekonomik faydalar sağladığını hem de çevreye zarar vermediğini belirtmektedir. Ancak, yasadışı ve dikkatsiz balıkçılık uygulamaları, denizlerdeki yaşamı tehdit eden sonuçlar doğurmaktadır.
Yasadışı balıkçılık, balıkların aşırı avlanmasına ve birçok türün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmasına yol açmaktadır. Balıkçılığın yöntemleri arasında yer alan Trol ağları gibi bazı uygulamalar, deniz tabanına büyük zarar verirken, avlanması amaçlanmayan deniz kuşları ve kaplumbağalar gibi birçok canlıyı da olumsuz etkileyebilmektedir.
Bu durumda, balıkçılık faaliyetlerinin dikkatli ve kurallara uygun bir şekilde gerçekleştirilmesi son derece önemlidir. Balıkçılığın doğal dengeyi koruyarak sürdürülebilir bir şekilde yapılması, yalnızca mevcut türlerin korunması açısından değil, aynı zamanda gelecekteki nesillerin de denizden yararlanabilmesi için hayati bir gereklilik haline gelmiştir.
Doğru yapılan balıkçılık faaliyetlerinin deniz kirliliği üzerindeki etkileri oldukça az. Ancak bu noktada, balıkçılıkta kullanılan teknelerin durumu büyük bir önem taşımaktadır.
Bakımsız tekneler ve çevresel olumsuz etkileri olan boyalar, deniz kirliliğine neden olabilmektedir. Özellikle, balıkçı teknelerinde kullanılan kimyasalların deniz suyuna karışması, su kirliliğine yol açarak deniz ekosistemini olumsuz yönde etkileyebilir.
Tekne motorlarında kullanılan yağlar ve yakıtların denize karışması da ciddi boyutlarda kirliliğe neden olabilmektedir.
Bu nedenle, balıkçılık faaliyetleri sırasında çevresel etkileri minimize etmek için gerekli önlemlerin alınması büyük önem taşımaktadır.
Ülkemiz, üç yanı denizlerle çevrili olmasına rağmen, bu doğal kaynaklarımızdan tam anlamıyla faydalanamadığımız bir gerçektir.
Özellikle sanayi tesislerinin yoğun olduğu bölgelerde, denizlerimizin su kalitesi ciddi şekilde kötü durumdadır. Kaçak ve usulsüz balıkçılık faaliyetleri, karadan kaynaklı kirlilik ve iklim değişikliği ile mücadele eden deniz ekosistemlerimizi daha da zorlamaktadır.
Marmara Denizi’nde geçmiş yıllarda yaşanan müsilaj sorununu unutmamak, gelecekte benzer sorunların yaşanmaması adına önemli bir ders olmalıdır.
Bizden sonraki nesillerin de denizlerimizde balıkçılık yapabilmeleri ve güvenli bir şekilde deniz ürünlerinden faydalanabilmeleri için denizlerimizi korumamız gerekmektedir. ,
Bu koruma, sadece balıkçılıkla sınırlı kalmamalıdır; denizlerin bütün canlıları için bir yaşam alanı olduğunu unutmadan, sürdürülebilir bir deniz yönetimi anlayışıyla hareket etmeliyiz. Balıkçılığın doğaya zarar vermemesi için bilinçli ve sorumlu davranmak, bu güzel kaynakların korunmasına büyük katkı sağlayacaktır.
Sonuç olarak, doğru yapılan balıkçılık çevreye zarar vermez; aksine, denizlerimizin sürdürülebilir bir şekilde kullanılmasını sağlar.
Ancak bu, tüm paydaşların iş birliği içinde hareket etmesini gerektiren bir süreçtir. Hükümetler, yerel yönetimler, balıkçılar ve toplum olarak denizlerimizi korumalı ve doğru balıkçılık uygulamalarını desteklemeliyiz.
Bu sayede hem ekonomik açıdan kazanç sağlayabiliriz hem de doğal kaynaklarımızı gelecek nesillere aktarma sorumluluğumuzu yerine getirebiliriz.