Gecenin en sessiz ve en karanlık zamanında, 2025 yılının en korkunç olayına şahit olduk hep birlikte.
Alevlerin yuttuğu bir binanın içinden gelen çığlıklar yankılandı bir kayak merkezinin bulunduğu dağlarda. Bir mucizenin gerçekleşmesini diledi bina dışında olanlar; bir mucize olsun da alevler sönsün diye dua ettiler.
Oysa;
Alevlerin yansıdığı vadiye bakan bina, ortama ayak uydursun diye ahşap kaplama yapılmıştı.
Ne yangın söndürme sistemi vardı yıldızı bol binada, ne de yangın tüpü.
Ne yangın alarmı vardı misafirleri uyandıracak, ne de bir sorumluluk hissi, yetkilileri utandıracak.
Yangın merdiveni vardı, haksızlık etmeyelim. Hatta; dumanla kaplanmış ve acil çıkış yönlendirmesi olmayan koridorlarda, ciğerlerine dolan dumanın acısıyla koştururken tesadüfen ulaşabilenler için, halıyla kaplıydı yangın merdiveni. Ama bir kusuru vardı; dışarıya değil, binanın içine açılıyordu.
Mutfak tavanı yapılan yemeklerden hatıra saklayan yağlarla, elemanlar ise tutuşan kızgın yağa su dökerek hatıraları tutuşturacak kadar ustalıkla doluydu.
Elektrikli mutfak ekipmanında tutuşan yağ nedeniyle başlayan yangın ilk başlarda basit bir müdahale ile söndürülebilecek kadar küçüktü ama ihmaller; bir faciayı oluşturacak derecede büyüktü.
Yangını ilk fark edenler eğitimli değillerdi. Eğitimli olanlar olayın ulaşabileceği durumun farkında değillerdi. Farkında olanlar ise iyi niyetli değillerdi. Öyle olmasaydı otel çalışanlarının birbirine haber verdiği anlarda misafirlere de haber verilebilir ve tamamı tahliye edilebilirdi.
Dumandan zehirlenmiş dediler adli tıp uzmanları, dokuzuncu katta bulunan aynı aileden sekiz kişiye. Oysa aynı kattan inmişti otel müdürü. Çalışanlara her zamanki gibi kendimiz hallederiz, kimseyi uyandırmayın demişti üstelik. Demek ki daha önce de benzer olaylar yaşanmış ve kimse uyanmamış, ders almamıştı.
Aşağıda; açtığı pencereden “bebek var” diye bağıran annenin, bebeğini sallandırarak bir umutla attığı üst üste konulmuş yataklar vardı ama yangının sorumluluğunu üstüne alan kimse yoktu. Yananlar dışında herkes masumdu, kusursuzdu. 79 can kusurluydu; bir yolunu bulup kurtulmaları gerekiyordu. Ölümleri kimsenin sorumluluğunda değildi elbet.
Kış döneminde binlerce kişiyi ağırlayan otellerin olduğu bölgede bir ilk yardım merkezinin ve itfaiye grubunun olmaması ise bambaşka bir ihmaldi. Herhangi bir olayda şehir merkezindeki itfaiyenin kısa zamanda ulaşamayacağı bilinirken, öngörüsüzlük ve basiretsizlik kaynaklı davranışlar ne yazık ki davranışları sergileyenlere değil suçsuz insanlara zarar verdi.
Sezon başlamadan önce denetlenmişti üstelik bol yıldızlı mezarlık, pardon otel. Herşey yolunda demişlerdi canlara mal olacak eksiklikleri olan otel için, denetleyenler.
Demek ki onlar için “yolundaydı” herşey.
Sonrasında tenis maçı seyreder gibi seyrettik kamu otoritesiyle yerel yönetim arasındaki kusursuzluk maçını. Kusur, bir o yana gidiyordu bir bu yana. Ben bu yazıyı hazırladığımda 79 canın nefesleri bitmiş ama henüz maç bitmemişti.
Oyun, set ve maç kimin olur, kim kazanır bilemiyorum. Ancak bu umursamazlık, bu üstüne alınmazlık hepimize kaybettirir ona eminim.
17 Ağustos 1999 Gölcük depreminden sonra ders aldık, unutmayacağız dediğimiz ne varsa unuttuk ve ders almadık. Umursamazlık, İhmal ve tedbirsizlik nelere yol açabiliyor 6 Şubat 2023 Maraş depremi ve Kartalkaya otel yangını ile acı bir şekilde yeniden hatırladık ne yazık ki.
Yazımı hazırladığım hafta içerisinde benzer bir yangının haberi düştü ajanslara. Ahşap bir otel yanmıştı Alplerde. Ölen ve yaralanan yoktu. Yangın uyarı sistemleri çalışmış, otomatik söndürme tertibatı devreye girmiş ve insanlar yangın merdiveninden güvenli bir şekilde tahliye edilmişti.
O bina da bizdeki otel gibi denetimliydi ve ruhsatlıydı. Ama orada insanlara verilen değer vardı. İnsanları eğlendirmek ve yaşatmak için verilen bir ruhsat vardı. Bizdekilerin ise; ruhsatlıydı ölümleri…
Muhammet Öztürk