Kadınlar, varoluşlarından itibaren aile ve toplum yapısında merkezi bir rol oynamışlardır. Türkiye’de yaşayan 83 milyondan fazla insanın yaklaşık yarısını kadınlar oluşturmaktadır. Ancak ülkemizde toplumun yarısını oluşturan kadınların, hak ettikleri gibi yaşayıp yaşayamadıkları üzerine derinlemesine düşünülmelidir.
2024 yılının başından Ekim ayına kadar 296 kadın cinayeti işlenirken, bu 10 aylık süreçte ise toplamda 184 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulundu. Son 14 senede en fazla kadın cinayeti 2017 yılında yaşanırken, o yıl içerisinde 408 kadın cinayete kurban gitti. Ancak bu sayının gerçekte daha yüksek olduğuna dair ciddi şüpheler bulunmaktadır; çünkü birçok kadın cinayeti, "şüpheli ölüm" ya da "intihar" olarak kaydedilmektedir. Kadın cinayetlerinin artışı, toplumda bu konuda alınan önlemlerin yetersiz olduğunu göstermektedir.
Kadın cinayetlerinin önlenmesi adına atılan adımlardan biri, 2011 yılında imzalanan İstanbul Sözleşmesi’ydi. Bu sözleşme, kadınların korunmasına yönelik önemli bir uluslararası metin olarak kabul edilmektedir. Ancak, Türkiye’nin bu sözleşmeden siyasal iktidarın bir tercihi olarak 2021 yılında çekilmesi, kadınların güvenliği konusunda ciddi bir gerilemedir. İstanbul Sözleşmesi, yalnızca hane içindeki şiddeti değil, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sonucu olan her türlü şiddeti engellemeyi amaçlamaktadır. Kadına yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması ve suçların cezalandırılması, sözleşmenin temel ilkelerindendir.
İstanbul Sözleşmesine değinirken 27 Mayıs 2022 Tarihli ve 31848 Sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 7406 Sayılı Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’a yer vermek gerekir. Zira anılı kanunla özellikle kadının mağdur olduğu bazı suçlarla ilgili cezayı ağırlaştıran, bazı suçlarda ise cezanın alt sınırına dair düzenlemelere ve uzun zamandır suç haline getirilmesi için mücadele verilen ısrarlı takip suçuna yer verildiği görülen düzenlemede, takdiri indirim nedenlerini düzenleyen Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 62. maddesinin ikinci fıkrasında da değişiklik yapılmaktadır. Bunun yanında TCK’da yapılan değişikliklere paralel olarak 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (CMK) da değişiklikler öngörülmüştür.
Türk Ceza Kanunu’na Suçun Mağdurunun Kadın Olması Halinin Eklendiği Düzenlemeler
· Kasten öldürme suçunun nitelikli hallerini düzenleyen TCK 82. maddesine eklenen (f) bendi ile kasten öldürme suçunun kadına karşı işlenmesinin cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olarak belirlenmiştir.
· Kasten yaralama suçunu düzenleyen TCK 86. maddenin ikinci fıkrasına eklenen cümle ile basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek kasten yaralama suçunun "kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırı altı aydan az olamaz".
· İşkence suçunu dü zenleyen TCK 94. maddenin ilk fıkrasına eklenen cümle ile "bu suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırı beş yıldan az olamaz".
· Eziyet suçunu düzenleyen TCK 96. maddenin birinci fıkrasına eklenen cümle ile "suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırı iki yıl altı aydan az olamaz".
· Tehdit suçunu düzenleyen TCK 106. maddenin ilk fıkrasına eklenen cümle ile "bu suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırı dokuz aydan az olamaz".
Yukarıda paylaştığım düzenlemeler, her ne kadar Türkiye İstanbul Sözleşmesinden çekilmiş olsa da, kadına karşı şiddet konusunda başkaca adımların atıldığını göstermektedir.
Kadın cinayetlerini önlemek için toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda eğitim programlarının tüm yaş gruplarına hitap edecek şekilde yaygınlaştırılması elzemdir. Bu eğitimler, genç bireylerin sağlıklı ilişkiler kurmalarına ve şiddeti normalleştirmemelerine yardımcı olacaktır. Ayrıca, kadınların ekonomik bağımsızlıklarını kazanmaları için istihdam fırsatlarının artırılması ve girişimcilik desteklerinin sağlanması önem taşımaktadır. Devletin, kadın cinayetleri ile ilgili yasaları daha etkin bir şekilde uygulaması ve şiddet mağdurlarına yönelik koruma mekanizmalarını güçlendirmesi gerekmektedir. Bunun yanı sıra, yerel yönetimlerin, kadın sığınma evleri ve kriz merkezleri gibi destekleyici hizmetleri artırması, kadınların şiddet durumlarında daha hızlı bir şekilde yardım alabilmelerini sağlayacaktır. Son olarak, medya kuruluşlarının, kadına yönelik şiddet haberlerini duyururken daha sorumlu bir dil kullanmaları ve kadınları cesaretlendiren, güçlendirici içeriklere yer vermeleri büyük önem taşımaktadır. Tüm bu önlemler, kadın cinayetlerini önlemek ve kadınların toplumda güvenli bir şekilde var olmalarını sağlamak adına atılacak önemli adımlardır.
Kadınlara karşı işlenen suçlarda kanunların uygulanabilirliği ve tabiri caizse üç günde bir değiştirilen infaz yasası tartışılması gereken bir başka konudur. TCK m. 7'ye göre, “Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonra- dan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur”. Bu hüküm, ilk fıkrada yer alan “geriye yürüme yasağı” ve “lehe olan kanunun geriye yürümesi”nin iç içe geçtiği bir düzenlemedir. Ülkemizdeki yargılamaların uzun sürdüğü de göz önüne alındığında, yargılama süreci hatta infaz sürecinde yapılan bir değişikliğin bazı faillerin veya hükümlülerin lehine uygulanarak tutuksuz yargılama veya infazın denetim altında serbest şekilde gerçekleştirilmesinin önünü açmaktadır.
Bana göre kadınlara karşı işlenen özellikle cinsel suçlarda hukuki düzenlemenin içinden çıkılması en zor olan konusu ispat unsurudur. "Kadının beyanı esastır" ilkesi, cinsel suç ve cinsel şiddet vakalarında delil yetersizliği durumunda kadının ve çocuğun beyanının esas olduğunun kabul edilerek soruşturmanın başlatılması ve bazı durumlarda ifadenin delil olarak kabul edilmesine dair ilkedir. Karar mercii olaylara sadece dosyaya yansıdığı kadarıyla vakıf olabilmektedir. Buna göre özelikle tacize veya başkaca delil elde etme imkanının zor veya imkansız olduğu bir haksız fiile uğramış kadının, kendisine karşı işlenmiş olunan suçu, bu suç dolayısıyla yaşadığı mağduriyeti dosya kapsamında kanıtlayabilmesi kolay olmamaktadır. Buna göre de karar mercii bazı kriterlerle somut gerçekliğe ulaşmayı hedeflemektedir. Yargıtayın özellikle cinsel suçlarda en önemli kriteri “kadının beyanı esastır” ilkesidir. Kadının beyanı esastır şeklinde tanımlanan bu durum, Yargıtay'ın ''mağdurun iffet ve namusunu ortaya koyacak şekilde suçlamada bulunmasının hayatın olağan akışına aykırı düşeceği'' şeklindeki kabulünden gelmektedir. Bu ilkenin bazı kadınlar tarafından kötüye kullanıldığı da olmaktadır. Kadının beyanının esas alınmadığı halde birçok suçun delili olmadığından suçların sayısı artabilir, kadının beyanı mutlak suretle esas kabul edildiğinde kötüye kullanımı dolayısıyla faillerin mağduriyet yaşamasının yolu açılmış olur. Bu hal hem kadın hem erkek hatta karar mercii tarafından da oldukça zordur.
Sonuç olarak, kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet, toplumun her kesimini etkileyen ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bana göre üstesinden kanunlarla gelinmesi ancak belirli ölçüde mümkün olacaktır, asıl mücadele, içinde yaşadığımız toplumun eğitilmesiyle olmalıdır. Günümüzdeki Türkiye’nin eğitim durumu, aldığı göçler değerlendirildiğinde kadınlara karşı işlenen hatta toplumda işlenen suçlarda kanunların yeterliliğini tartışmaktan ziyade suçların neden işlendiğine odaklanılmalıdır. İstisnalar hariç olmak üzere, alakasız bölümlerden mezun olanların öğretmen olarak atandığı, üst kadrolarda liyakatın olmadığı, insan yetiştirmeye haiz olmayan bireylerin çocuk sahibi olduğu ülkemizde toplumun temel yapı taşı olan kadınların, hak ettikleri saygıyı görmesi ve toplumda eşit bir şekilde yer alabilmesi için mücadele edilmesi dileğiyle.
Av. Alican Ustaoğlu